40 yıl sonra Erzurum’da buluşan iki eski dostun, öğrencilik yıllarındaki hatıralarını, zorluklarını ve dostluğun değerini anlatan duygulu hikâye.

✍️ | Sabri ŞENEL’in kaleminden..
Erzurum’a ben Gümüşhane’den, arkadaşım İlyas Kıroğlu ise İzmir’den gittik. Erzurum soğuğu çok meşhurdur; daha terminale inince hemen kucakladı bizi, iliklerimize kadar işledi. Adeta soğuğun anavatanına “Hoş geldin!” der gibiydi şehir. “Şehirler içinde Erzurum yayla,” diye şairin dizelerine konu olmuştur.
Erzurum’da öğrenci olmak, ilk ve ortaöğretimde aile yanında olmaktır; ama üniversite öğrencisi olmak yalnızlıktır, aileden, eşten, dosttan, akrabadan uzak kalmak, sıla hasreti çekmektir. PTT’den mektup beklemek, telefonu olan evlerden aileyle randevuyla konuşmaktır. Gümüşhane Kabaköy’deki PTT acenteliğinde sadece bir telefon vardır; ancak buradan sevdiklerimizin sesini duyardık. Ama aranınca vadideki bütün aboneler çalar, konuşmalar sır olmaktan çıkardı.
Erzurum’a her birimiz farklı illerden geldik. 1970’li yılların sonu… Komünist bölücü tehdidin henüz etnik bölücü tehdide evrilmediği yıllar. İlk yıl İstanbul’da matematik öğretmenliği okurken saldırıya uğrayıp yeniden sınava girerek Erzurum’da Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni kazanıp gelmiştim. Erzurum, diğer şehirlere göre olayların az olduğu bir serhat ilidir. Eğitim-öğretim açısından çok huzurlu, mutlu, sakin ve müsait bir şehirdir.
Hülasa, barınma için yurt veya ev bulmak çok zordur. Sonunda bir şekilde başımızı sokacak bir yurt bulduk. İstanbul’daki terör tehdidinden uzaklaştık ama memleketim Gümüşhane istim üstündeydi. Gümüşhane Eğitim Enstitüsü adeta etnik komünist bölücülerin üssü haline gelmişti. Bu sefer Gümüşhane terminali bölgesi militanların tehdidi altındaydı. Erzurum’a üniversite yolculuğu için otobüslere şehir dışında biniyorduk.
Erzurum’da okuldan, yurttan yeni tanışıklıklar, arkadaşlıklar, dostluklar başlamıştı. İşte o yıllarda kaderin bizi buluşturup tanıştırdığı İzmirli İlyas Kıroğlu ağabey ile aynı yurtta kaldık. Dost, arkadaş, kardeş olduk. O, İzmir’e yerleşti; daha sonra Erzurum’da öğretmenlik yaptı. Sonunda yine memleketi İzmir’e döndü, emekliliğin tadını çıkarıyor. Öğretmen olan kızı ve damadının yanına İstanbul Pendik Kurtköy’e geldi. Bizi haberdar etti, gittik, buluştuk, dertleştik. Çocuklar, torunlar üzerinden sohbet ettik; kırk yıl öncesine gittik, hatıraları yâd ettik.
Aslında bu buluşma sonucu, o dönem üniversite öğrencisi olmanın sosyolojik sürecini masaya yatırdık. Arkadaşlarımızdan vefat edenleri rahmetle andık. İlaç gibi geldi; kırk yıl öncesine bizi taşıyan bir muhabbet oldu. İşte bu buluşma, aslında o hikâyeleri gözden geçirme, tecrübe çıkarma, güne nasihat ve ibret cümlelerine dönüştü.
O yıllar Kurban Bayramı’nda, gariban fakir öğrencilerin ihtiyaçlarında kullanılmak üzere “Kurban derisi toplar mısınız?” diye bize teklif geldi, kabul ettik. Haliyle biz de kendi ailemizle buluşmaya, ailemizin yanına memlekete gitmedik. Fedakârlık yaparak Erzurum’un Oltu ilçesine gittik. Otobüste yolcular aileleriyle buluşma heyecanı yaşarken bizler boynu bükük, kendi ailelerimizi hayal ederek yol aldık. Akşam ilçede misafir olduk, sabah Kurban Bayramı’nın birinci günü deri topladık. İkinci günü otobüse atıp Erzurum’a getirdik. Bu derilerin parası birçok ihtiyaç sahibinin yarasına merhem olmuştur.
İlerleyen yıllarda yine Gümüşhane’ye kuru fasulye ticareti yapmak için İlyas Ağabey’le birlikte gittik. Yaklaşık iki ton civarında fasulye alacak sermayeyi ayarladık. Bu para ile Gümüşhane Kabaköy, Ballıca, Arzular köylerinden köylülerden fasulye satın aldık. Topladığımız fasulyeyi Gümüşhane Tohumoğlu Köprüsü kavşağından, Trabzon–Tebriz–Tahran hattında yük taşıyan kamyonların üzerine atarak Erzurum’a götürdük.
Gümüşhane nakliyeciler şehriydi. Köylerde, özellikle Pirahmet, tam bir kamyoncular köyüydü. İşte o kamyonlardan birinin yükünün üstüne attığımız iki tona yakın fasulyeyi, normalde dört saat süren Erzurum yolculuğunda tam on saatte götürebildik. Kop Dağı geçit vermezdi; Kop Dağı’nın Aşkale yüzünde geceyi kamyon içinde yatarak geçirdik. Çok zor, çileli bir yolculuktu. Erzurum’a varınca fasulye numunesini otellere, lokantalara verdik. Aynı gün fasulye bitti, çok iyi para kazandık. Bu ticaret bize çok şey öğretti. Bunun gibi birkaç doyumsuz mevzuda da sohbet, muhabbet yaşadık.
Bu ziyaretler, buluşmalar; manevi hazzı çok yüksek, ihmal edilmemesi gereken buluşmalardı. Tekrar buluşmak için sözleştik: Dostları ziyaret edelim, dostlar maziyi hatırlatır. Dostların, yakınlarımızın, tanıdıklarımızın ya da normal mezarları ziyaret edelim; bu bize ölümü hatırlatır. Ayrılmak var, buluşmak var… Belki her buluşma son buluşma olma ihtimaline karşı, bu buluşmaları sıklaştıralım. Gök kubbede hoş seda bırakmak ne kadar hoş!


